![]()
Mycoplasma ve Ureaplasma enfeksiyonları çoğunlukla cinsel yolla bulaşan, hem kadın hem de erkeklerde genital enfeksiyonlara sebep olan en küçük tek hücreli mikroorganizmalardır. Hücre duvarı içermediklerinden pek çok antibiyotiğe karşı dirençlidirler.
Enfeksiyon nasıl bulaşır?
İnsanlarda mycoplasma ve ureaplasma genellikle genital-genital veya oral-genital yolla bulaştığından, cinsel yolla bulaşabilen bir hastalık olarak kabul edilir. Enfeksiyon, doğum sırasında anneden kapılabilir ancak nadiren enfeksiyon bebeklerde kalıcı olur.
Mycoplasma enfeksiyonlarının herhangi diğer bir yolla bulaşma ihtimali çok zayıftır.
Mikoplasma ve Ureaplasma enfeksiyonlarının belirtileri nelerdir?
Mycoplasma ve Ureaplasma enfeksiyonları genelde sessiz seyretmekte olup yapılan kültür-antibiyogram testleriyle tesadüfen ortaya çıkmaktadır.
Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonlarının kadınlarda yaptığı en sık şikayetler şu şekilde sıralanabilir :
- Vajinal akıntı
- Kasıkta ağrı
- Kronik pelvik ağrısı
- Gebe kalamama
- Düşük ve erken doğum
Erkeklerde ise bu organizmalar urethra enfeksiyonlarına sebep olabilirler. Bu da idrar yaparken yanma ve akıntı gibi belirtiler gösterebilir.
Genel olarak mycoplasma ve ureaplasmalar şu hastalıklara neden olabilirler.
- Urethrit: Urethra enfeksiyonu.
- Pyelonefrit: Böbrek iltihabı
- Koriyoamniyonit: Gebelikte rahim içinde görülen iltihap
- Sezaryen sonrası yara enfeksiyonları
- Eklem iltihapları
- Pelvik iltihabi
- Yenidoğanda zaatürre ve menenjit
Enfeksiyonun teşhis ve tedavisi nasıl yapılır?
Bu mikroorganismalarda hücre duvarı olmadığı için penisilin ve sefalosporin gibi yaygın antibiyotikler kullanılmaz. Kültür ve antibiyogram sonucuna bakılarak en uygun antibiyotiğin verilmesiyle hastaların %90’ında tek kürle tedavi sağlanabilmektedir.
Antibiyotik tedavisi sonrasında enfeksiyonun geçip geçmediğini kontrol etmek amaçlı tekrar test yapılmalıdır. Devam eden ısrarcı enfeksiyon varlığında ikinci bir kür uygulanması gerekli olabilir.
![]()
Klamidya, Chlamydia trachomatis bakterisinin neden olduğu cinsel yolla bulaşan yaygın hastalıklardan biridir. Hastalık çoğunlukla belirti vermeyip hafif düzeyde ilerlemektedir. Bu sebeple hastalığın teşhisi gecikmekte veya çoğu durumda fark edilememekte olup; ilerleyen durumlarda kadınlarda geri dönüşü olmayan infertilite (kısırlık) gibi ciddi problemlere neden olmaktadır.
Enfeksiyon nasıl bulaşır?
Klamidya vajinal, anal veya oral seks ile bulaşabilmektedir. Bu nedenle cinsel partner sayısının fazlalığı hastalığın bulaşma riskini arttırmaktadır. Kadınlarda özellikle genç yaşlarda, serviks (rahim ağzı) bölgesinin tam olarak olgunlaşmamasından dolayı, hastalığın bulaşma ihtimali daha yüksek olmaktadır. Hastalığın anal veya oral yolla da bulaşabilmesi nedeniyle homoseksüel ilişkilerle de taşınabilmektedir. Ayrıca hastalık; hamile anneden çocuğa, vajinal doğum esnasında geçebilmektedir.
Klamidya enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?
Hastalık çoğunlukla sessiz seyretmekte olup belirtilerin ortaya çıktığı durumlarda ise kadınlarda ilk dönemlerde idrarda yanma ve vajinal akıntı, ilerleyen dönemlerde ise bel ağrısı, ateş, mide bulantısı, cinsel ilişki sırasında ağrı ve menstrüel periyotlar arasında kanama olarak kendini gösterir. Erkeklerde ise penis akıntısı ve idrarda yanma olarak semptomlar gösterir.
Hastalığın rektum bölgesine ulaşması durumunda rektumda ağrı, akıntı ve kanama oluşabilir.
Enfeksiyonun teşhis ve tedavisi nasıl yapılır?
İdrar örneğiyle veya rektum, vajina, penis, serviks bölgelerinden alınan örneklerle kültür, elisa ve PCR gibi yöntemler kullanılarak çeşitli laboratuar testleri yapılmaktadır.
Klamidya antibiyotik ile kolayca tedavi edilebilmektedir. Azitromisin ve doksisiklin genelde önerilen antibiyotiklerdir. Tedavi sürecinde cinsel ilişki kesilmeli ve partnerlerin klamidya testleri yaptırılmalıdır.
![]()
A grubu beta-hemolitik streptokok, boğazda ve deride bulunan bir bakteridir ve kişiler hastalık belirtileri olmadan da A grubu beta-hemolitik streptokoku boğazlarında veya derilerinde taşıyabilir.
A grubu beta-hemolitik streptokok enfeksiyonlarının çoğu kendisini boğaz veya deri enfeksiyonu şeklinde gösterir.
A grubu beta-hemolitik streptokok nasıl bulaşır?
Bu bakteriler enfekte kişilerin öksürme, hapşırması ile kişiden kişiye veya derideki enfekte olmuş yaralarla doğrudan temasla bulaşır. Hasta olan kişilerin bulaştırıcılığı, antibiyotik tedavisinin 24 saatinden sonra geçer.
Belirtileri nelerdir?
Streptokok iltihabı 5 ila 15 yaş arasındaki çocuklarda daha yaygındır, ama her yaştan insanı da etkiler. Çok ağrıyan bir boğaza ilave olarak, belirtiler tipik bir şekilde ateş ve şişmiş lenf bezlerini de içerir. Daha küçük çocuklar ayrıca karın ağrısından da yakınabilirler.
Enfeksiyonun teşhis ve tedavisi nasıl yapılır?
Hızlı testler çoğu vakada A grubu beta-hemolitik streptokok teşhisini yapabilir. Antibiyotik tedavisi ile tam iyileşme sağlanabilir.
![]()
Rotavirüs, altı ay ile iki yaş arasındaki çocuklarda sık sık mide-bağırsak iltihabına yol açan, sindirim sistemini etkileyen ve tüm dünyada en sık ve en ağır ishallerden sorumlu olan bir grup virüstür. Özellikle grup A Rota virüs çocuklarda ve yeni doğanlarda enfeksiyona yol açar. Yaklaşık 2 gün süren kuluçka döneminin ardından kusma, ateş, karın ağrısı ve sulu ishal ile kendini gösterir. Ateş ve kusma 2–3 günde geçer, ishal ise 1 hafta- 10 gün kadar sürebilir.
Elektron mikroskobundaki görüntüsü tekerlek şeklinde olduğundan Rota virüs adını alan bu virüslerin en az 6 farklı serotipi insanda enfeksiyon yapmaktadır. En sık görüleni serotip 1’dir.
Serotipe bakılmaksızın, iki doğal enfeksiyonun geçirilmesi, kişiyi orta veya ağır ishale karşı %100 korumaktadır. Aşı çalışmalarında da amaçlanan, orta veya ağır hastalığa karşı korunmak, hastaneye yatışı ve ölüm oranlarını azaltmaktır.
Rota virüs nerede bulunur?
Rota virüs enfeksiyonları son derece bulaşıcıdır. Tüm dünyada yaygın olmasının nedeni esas olarak dışkı yoluyla ve oral yolla bulaştığı halde solunum yoluyla da bulaşmasıdır. Rota virüsü bağırsak hücrelerini etkiler.
Bulaşıcı mıdır? Hastalığa nasıl yol açar?
Rota virüs çok bulaşıcıdır. Mikrop bulaşmış su veya gıdayla, mikrobu taşıyan eller yoluyla vücuda alınır. Yuva gibi kalabalık ortamlarda, özellikle çocuklar tuvaletten sonra ve yemekten önce ellerini yıkamayı unuttuklarında kolayca yayılır. O kadar bulaşıcıdır ki, genel hijyen koşulları ne kadar iyi de olsa, hemen her çocuk 5 yaşını doldurmadan Rota virüs ishali geçirmiş olmaktadır. Ülkemiz gibi ılıman iklim kuşağındaki ülkelerde, kış aylarında görülür. Özellikle 2 yaş altı küçük çocuklar etkilenir. Erişkinde ise, daha hafif seyreder. Enfekte kişilerin elleri bulaşmada en önemli ara basamaktır. Ayrıca hastanın kullandığı eşyalar ile de yayılır. Virüs ağızdan vücuda girer. Çocuk hastalar virüsü kendilerinde hastalık belirtileri ortaya çıkmadan önce ve belirtiler süresince yayabilirler. Rota virüs, oyuncaklarda ve evdeki diğer yüzeylerde uzun süre canlı kalabilir.
Rota virüs enfeksiyonlarının belirtileri nelerdir, ne zaman ortaya çıkar?
Rotavirus enfeksiyonları genellikle ateş ve kusma ile başlar ve ishal ile devam eder. İshal bazı hastalarda hafif seyrederken bazı hastalarda ciddi sıvı kayıpları nedeniyle hastaneye yatış gerekebilir. Hastaneye yatış gerektiren ishal vakalarında da en sık etken rota virüstür. Çoğu hastada ishal 3-9 gün sürer.
Rotavirüs ile enfekte olan hastalarda genellikle 3-5 günlük bir kuluçka süresi sonrasında belirtiler görülür.
Hastalık nasıl seyreder?
Çoğu hasta kendiliğinden iyileşirken, ağır ishal ve kusması olan hastalarda sıvı kaybı nedeniyle damardan sıvı verilmesi gerekebilir. Çocuklarda geçirilen enfeksiyon sayısı arttıkça hastalık daha hafif seyreder, yani her enfeksiyon kısmi bir bağışıklık oluşturur.
Tanı nasıl konur?
Hastanın klinik özellikleri ve enfeksiyonun zamanı (ülkemizde kış ayları) hekim için uyarıcıdır. Ayrıca hastanın dışkısında immunkromatografik veya ELISA yöntemleriyle Rota virüs varlığı tespit edilebilir.
Rota virüs kimlerde enfeksiyona yol açar?
Tüm çocuklar 5 yaşına kadar en az bir kez rotavirüs ile enfekte olurlar. Ağır ishal ve sıvı kaybı özellikle 3-35 ay arasındaki yaş gruplarında görülmektedir. Bir çocuk birkaç kez Rota virüs enfeksiyonu geçirebilir. Daha büyük çocuklarda küçük çocuk ve bebeklerden virüsü alarak enfekte olabilirler.
Rota virüs enfeksiyonları nasıl tedavi edilir?
Hastalığı düzeltmek için etkin bir ilaç tedavisi yoktur. Diğer viral enfeksiyonlar gibi antibiyotik tedavisi ile düzelmez. En etkili tedavi hasta çocukların ve bebeklerin sıvı alımını sağlamaktır. Doktor tuz- şeker karışımından önerebilir. Ağızdan yeterli sıvı alımı sağlanamazsa, özellikle küçük çocukta, hastaneye yatırılıp serum verilmesi gerekebilir. Anne sütü alan bebeğin emzirilmeye devam etmesi çok önemlidir. Antibiyotikler işe yaramaz. Kusma ve ishali durdurucu ilaçlar önerilmez.
Rota virüs enfeksiyoları ne sıklıkla görülür?
Rota virüs çocukluk çağının en sık ishal nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl ortalama 500,000 doktor başvurusuna ve 50,000 yatışa neden olmaktadır. Özellikle 3 ay-35 ay arasındaki çocuklarda kış aylarında görülür. Türk Pediatri kongresinde sunulan Rota virüs çalışmalarında bu virüsün Türkiye’de, sıklığı bölgesel farklar göstermekle birlikte, ishallerin ortalama% 16.6 sının etkeni olduğu bildirilmiştir.
Rota virüs enfeksiyonları nasıl önlenir?
Rota virüsler dış çevre koşullarına dayanıklıdır. Demokradik virüs olarak da tanımlanan rota virüslerin neden olduğu gastroenteritler (mide-bağırsak iltihabı), temizlik koşullarından bağımsız olarak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde benzer sıklıkta görülür. Bu nedenle Rota virüs ishalinin önlenmesinde tek yöntem Rota virüs aşılamasıdır. 1998 yılında çocuklarda kullanılabilecek bir rota virüs aşısı (Rotashield®) ruhsat almış ve A.B.D.’nde uygulanmaya başlamıştır. Ancak bu ilk aşı bağırsak obstruksiyonu (tıkanma) ile ilişkilendirildiği için daha sonra kullanımdan kaldırılmıştır. Son yıllarda geliştirilen yeni aşıların (RotaTeq® ve Rotarix®) enfeksiyon oranlarını azalttığı, ağır hastalıkları engellediği ve ilk aşıya benzer yan etkilerin gözlenmediği görülmüştür. Bu aşıların 2,4 ve 6. aylarda ağızdan uygulanması önerilmektedir. Aşı dışında etkili bir korunma yolu yoktur. Sabunla el yıkama virüsü öldürmez ancak enfeksiyonun yayılmasını azaltır. Tuvaletten çıktıktan ve bebeklerin bezlerini değiştirdikten sonra el yıkamaya dikkat edilmelidir. Hasta çocuğun ishal geçene dek yuvaya gönderilmeyip evde tutulması da diğerlerine bulaşmaması için önemlidir.
Rota virüs aşıları
İnsanda enfeksiyon yapan rota virüslerin hücre kültürlerinde üretimi güçtür, bu nedenle aynı hücre kültürüne konan hayvan ve insan kaynaklı rotavirüslerin aralarında gen transferi yapmasıyla elde edilen ’reassortant’ aşılar kullanılmıştır. İlk olarak, FDA tarafından onaylanıp 1998 yılında ABD’de rutin uygulanmaya konan rhesus (maymun) reassortant rotavirüs aşısı, aşıdan sonraki 1-2 hafta içinde barsak tıkanıklığı (invaginasyon) vakalarında olası bir artış gözlenmesi üzerine, 1999 yılında piyasadan çekilmiştir. Barsak tıkanıklığı, aşılanan 1.5 milyon çocuktan 21 tanesinde gözlemlenmiş olup bu riskin, ilk aşı dozunun 3. aydan büyük bebeklere yapıldığında görüldüğü saptanmıştır.
Şimdi bizde de kullanılmaya başlanan 2 rotavirüs aşısı vardır. Bunlardan biri bovine (sığır) reassortant rotavirüs aşısı olup sık görülen 5 serotipi içermektedir. Aşı, ilk dozu 6-12. haftalar arasında olmaküzere, 4-10 hafta aralarla toplam 3 doz olarak, ağızdan verilmektedir. Yapılan çalışmalarda invaginasyon açısından güvenli bulunmuştur. Ağır ishale karşı %94 koruyuculuk saptanmıştır. Aşının diğer aşılarla aynı zamanda yapılmasında bir sakınca saptanmamıştır. Aşı 2006 yılında FDA’dan onay almış olup ABD’de rutin uygulanmaya başlamıştır.
Diğer bir aşı ise insan rotavirüs suşu bulunan monovalan (G1P8) aşıdır. Aşının çapraz reaksiyonla diğer serotiplere karşı da koruyuculuk sağladığı bildirilmiştir. Aşı, ilk dozu bebeğin ilk 3 ayında olmaküzere, 4-10 hafta aralarla toplam 2 doz olarak ağızdan verilmektedir. Yapılan çalışmalarda invaginasyon açısından güvenli bulunmuş olup diğer aşılarla aynı zamanda yapılmasında bir sakınca görülmemiştir. Aşı, ağır ishale karşı% 93 koruyucudur. Bu aşı 2004 yılında Meksika’da olmak üzere, 35’ten fazla ülkede ve Avrupa Birliği’nde lisans almıştır.
İmmün yetersizliği veya süphesi olan bireylerle yaşayan bebeklere rota virüs aşısı yapılabilir. Virüs bulaşmasını önlemek için ilk doz aşıdan bir hafta sonrasına kadar dikkatli el yıkamanın yararlı olabileceği öne sürülüyor.
Sonuç olarak, rotavirüs bütün dünyada önemli bir ishal sebebi, gelişmekte olan ülkelerde ise ishale bağlı çocukölümlerinin önemli bir nedenidir. Rotavirüse karşı etkin aşıların yaygın kullanımı ile en az 500.000 çocuk ölümü önlenebilecektir.
Kaynakça:http://www.annebebek.com.tr/
![]()
Adenovirüsler, üst solunum yolları hastalıklarına yol açan bir grup DNA virüsüdür. Bu virüs doğada yaygın olarak bulunur ve insanda birçok enfeksiyona neden olur. Özellikle akciğer, göz, idrar yolları, bağırsak, beyin ve nörolojik sistem enfeksiyonlarına yol açar.
Sonbahar ve ilkbahar ayları arasında özellikle bebeklerle çocukları etkileyerek boğaz ağrısı, ateş,
boyundaki lenf bezlerinde şişme, bazen bronşit ve zatürree gibi akut üst solunum yolları
enfeksiyonlarına neden olur. Enfeksiyonun seyri genellikle hafiftir ve çocuklarda hızla iyileşme
görülür.
Adenovirüs kimlerde enfeksiyona yol açar?
Adeno virüs yaşlılar, bebekler ve immün sistemi zayıf insanlarda ciddi ve ölümcül seyreden hastalıklara neden olabilir. Her yaşta görülür, en çok akciğer enfeksiyonu yapar. Akciğer enfeksiyonu bronşitten zatüreye dek ilerleyebilir. Adenovirüs yenidoğan bebeklerde ishal yapar. Okullar, yurtlar, kışlalar, kreşler ve huzur evlerinde salgınlara neden olur.
Nasıl bulaşır ?
Adenovirüs havadan solunum yoluyla, gıdalar ile ağızdan ve en çok dış ortama temas sonucu eller yoluyla bulaşır. Virüs dış ortama dayanıklıdır ve uzun süre canlı kalır. Ortama elle temas edip daha sonra ellerin ağız, göz, buruna dokundurulması ile virüs bulaşır.
Belirtileri nelerdir?
Adenovirüs hastalıkları adenovirus konjoktivit (gözlerde kızarıklık) yapar
Adenovirüse bağlı akciğer hastalığı basit bir soğuk algınlığı şeklinde olabileceği gibi ağır bir zatüre şeklinde de seyredebilir, en sık şikayetler, öksürük, ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve gözlerde kızarıklık şeklinde olur.
Bu şikayetler grip ile karışır. Basit laboratuar testleri ile adenovirüs tespit edilebilir. Bazen sadece konjoktivit yapar. Tek gözde başlayan kızarıklık ve hafif ateş görülür birkaç gün içinde diğer göze yayılır, hastalık bulaşıcıdır. Kalabalık yerlerde salgınlarına neden olur. Bebeklerde ishal yapar bol sulu, kansız ve sümüksüzdür, hafif ateş, bulantı ve kusma olur. Dışkı testi ile Adenovirüs ishali kolayca tespit edilir. İdrar yolu enfeksiyonu yapabilir:
Ateş, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, idrar tutmakta zorluk, bazen kanlı idrar a neden olur.
İmmun sistemi bozuk kişilerde Adenovirüs menenjit ansefalit yapabilir. Adenovirüs e bağlı hastalıklarda kuluçka süresi 4-5 gündür. Hastalar şikayetler başlamadan birkaç gün önce hastalığı yaymaya başlarlar ve hastalık geçtikten sonra haftalarca virüsü yaymaya devam ederler.
Adenovirüs enfeksiyonları nasıl tedavi edilir?
Adenovirüs hastalıklarının spesifik tedavisi yoktur. Antibiyotik tedavide etkisizdir. Hastaların istirahatı ve destek tedavisi gerekir. Hastaların akut dönemde istirahat etmeleri diğer insanlara bulaşmayı önlemek açısından önemlidir. Birçok hasta kısa sürede kendi kendine düzelir.
Bulaşmayı önlemek için eller sık sık yıkanmalı, öksürürken ve hapşırırken ağız kapatılmalı, kağıt mendiller çöpe atılmalı, kalabalık yerlerde uzun süre kalınmamalı, bulunulan yer sık sık havalandırmalıdır.
Kaynakça:http://www.hemensaglik.com
![]()
Lejyoner hastalığı Legionella pneumophila olarak adlandırılan bakterinin neden olduğu bir akciğer infeksiyonudur. Halk arasında ‘’zatürre’’ olarak bilinen bu hastalığa neden olan bakteri ilk olarak 1976 yılında Philadelphia’da bir otelde Amerikan Lejyonerlerinin toplantısına katılanlarda ortaya çıkan bir salgın sonucu keşfedilmiştir. Bu nedenle enfeksiyon, salgından etkilenenlerin anısına Lejyoner hastalığı olarak ve keşfedilen yeni bakteri de Legionella pneumophila olarak adlandırılmıştır.
Hastalık nasıl bulaşır?
Bu bakterinin enfeksiyon yapma potansiyeli oldukca zayıftır. Bakteriye maruz kalan bireylerin yalnızca %1-5’inde hastalık ortaya çıkabilir. Normal bağışıklık sistemine sahip sağlıklı bireylerde, çoğu kez hastalık gelişmez. Kişinin solunum yolu direncini veya genel vücut direncini zayıflatan etkiler olan 50 yaşın üzerinde olmak, sigara tiryakiliği, alkol bağımlılığı, bağışıklık sisteminin çeşitli nedenlerle baskılanmış olması (organ nakli, uzun süreli kortizon tedavisi, kanser tedavisi), kişinin kronik bir akciğer hastalığının olması, hastalığın gelişmesine sebep olur.
Hastalık, ilk olarak üst solunum yoluna yerleşip buradan da akciğere ulaşmasıyla ya da ikinvi olarak, su damlacıklarının havada asılı kalması ve nefes alma yoluyla akciğere ulaşması yoluyla bulaşmaktadır.
Belirtileri nelerdir?
Hastalık bakteri alınmasından 2-10 gün arasında ortaya çıkar. Hastada birkaç gün süre ile halsizlik ve yorgunluk yakınması olur. Hastaların çoğunda ateş yükselir (>38.50oC). Giderek alt solunum yolu enfeksiyonu belirtileri gelişir. Öksürük, göğüs ağrısı ve nefes darlığı ortaya çıkar.
Hastalar çoğu kez balgam çıkaramaz. Bulantı, kusma, karında rahatsızlık hissi ve ishal görülebilir. Diğer yaygın belirtiler baş ağrısı ve kaslarda ağrı olup; bazı olgularda huzursuzluk, dalgınlık, sıkıntı, bilinç bulanıklığı ve komaya kadar ilerleyebilen sinir sistemi bulguları gözlenebilir.
Tanı nasıl konur?
Hastanın şikayetleri, hekimin muayene bulguları veya akciğer filmi hastalığın diğer akciğer enfeksiyonlarından ayrılması için yeterli değildir. Bu nedenle teşhiste birinci koşul hastalığın akla getirilmesidir. Hastalık için ciddi klinik şüphe varsa balgam, serum ve idrar örnekleri alınarak incelemeye gönderilmeli ve hemen empirik (körlemesine) antibiyotik tedavisinin başlanarak sonuca göre tavır alınması gerekmektedir.
Nasıl tedavi edilir?
Tedavi süresi 14-21 gündür. Penisilin ve penisilin türevi antibiyotikler tedavide etkisizdir. Bu nedenle kuşkulu durumlarda hastanın mutlaka hekim tarafından izlenmesi ve uygun antibiyotik tedavisinin başlanması gerekir. Hasta akciğer enfeksiyonunun başlangıcında uygun antibiyotikle tedavi edilirse ve özellikle hastada bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık yoksa sonuç yüz güldürücüdür.
Bağışıklık sistemi baskılanmış olan hastalarda, organ nakli alıcılarında, uygun antibiyotik tedavisinin yapılmadığı durumlarda; hastanede kalma süresi uzayabilir, komplikasyonlar görülebilir ve hastalık ölümle sonuçlanabilir.
Hastalık nasıl önlenebilir?
Lejyoner hastalığına neden olan bakteri doğal çevrede yaygın olarak mevcuttur; göller, nehirler, dere, çay v.b. akarsular gibi yüzey sularının, termal su banyoları ve çamurların normal florasında bulunur. Şebeke suyunun işlenmesi esnasında kullanılan tekniklere rağmen çok küçük konsantrasyonlarda da olsa doğadaki sulardan şehir şebeke suyuna geçebilir. Ardından bina su sistemleri içinde yerleşir ve koşullar uygun ise çoğalır, yani, teorik olarak, suda her zaman bulunabilir.
Sonuç olarak koruyucu önlemlerinin uygulanması koşulu, suda bakterinin araştırılması esasına dayandırılamaz. Maliyetin çok yüksek olması ve elde edilecek sonuçların bilimsel ve epidemiyolojik değer taşımaması nedenleriyle su sistemlerinin rutin olarak Legionella varlığı yönünden araştırılması önerilmemektedir. Lejyoner hastalığının seyahat veya otelde kalma ile ilişkisi sudan bakterinin bireye ulaşması için gerekli koşulların oluşup oluşmadığına bağlıdır. Suyu aerosol haline getiren araçlar (havalandırma sistemlerinin soğutma kuleleri, duş başlıkları, jakuziler, dekoratif fıskiyeler…) turistik tesislerde yaygın kullanılmaktadır ve bakterinin bireye ulaşmasına aracılık edebilmektedir. Lejyoner hastalığına yol açan bakterinin tesisata yerleşmesinin önlenmesi amacıyla otellerin su sistemlerinde düzenli aralıklarla bakım yapmaları gerekmektedir. Su sistemlerinde Legionella bakterisinin araştırılması seyahat ilişkili Lejyoner hastalığı tespit edilen bir vaka bildirildiğinde vaka-kaynak ilişkisinin ortaya konulabilmesi için yapılması gereken bir çalışmadır.
Amaç; aynı otelde ortaya çıkabilecek yeni vakaları ve/veya salgınları önlemektir. Bu tür tesislerin iki yıl süre ile; bir yandan kontrol önlemlerini uygularken bir yandan da önlemlerin yeterli olup olmadığını araştırmak üzere su örneklerini düzenli olarak laboratuvara göndermesi gereklidir.
Kaynakça:http://www.saglikbilgisi.gen.tr
![]()
RSV (Respiratuar Sinsisyal Virüs) her yaştaki hastada solunum yolları enfeksiyonuna yol açabilen, oldukça bulaşıcı bir virüstür. Bebeklik ve çocukluk döneminde alt solunum yolları enfeksiyonunun en sık görülen sebebidir. RSV, her yıl sonbaharın sonundan ilkbahara kadar yaklaşık beş ay süren salgınlar yapmaktadır. Yenidoğan bebeklerin %60'ı doğumlarından sonraki ilk salgında RSV'ye maruz kalırlar. Yaşamlarının en geç 2.-3. yıllarına kadar tüm çocuklar RSV enfeksiyonu geçirir. RSV enfeksiyonu kalıcı bağışıklık oluşturmaz; bazen tek salgın döneminde birden fazla enfeksiyon geçirilebilir. Yetişkinlerde ve 3 yaşın üstündeki çocuklarda basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu olarak gözlenen hastalık; kırgınlık, burun akıntısı, boğaz ağrısı, hafif bir öksürük ve baş ağrısı gibi şikayetlerle atlatılır.
RSV ne zaman görülür?
RSV mevsimseldir. Ülkemizin de içinde bulunduğu kuzey yarımkürede Ekim-Nisan ayları arasında salgınlar yapmaktadır. Bununla birlikte, RSV tüm yıl boyunca enfeksiyona neden olabilir.
RSV, prematüre bebekler için neden tehlike oluşturmaktadır?
Prematüre bebeklerin savunma sistemleri zamanında doğan bebeklere göre daha zayıftır. Ayrıca, prematüre bebeklerin akciğerleri tam anlamıyla olgunlaşmamıştır. RSV, üç yaş üstü çocuk ve yetişkinlerde çoğunlukla ciddi bir problem oluşturmazken, prematüre ve savunma sistemi zayıf bebeklerde ciddi tablolara neden olabilir. Hastanın alt solunum yollarının tıkanmasıyla seyreden ve ciddi solunum yolu enfeksiyonları ile ilerleyerek hastaneye yatırılmayı gerektirecek, bazen de ölümle sonuçlanacak ciddiyette problemler oluşturabilir. Bu tablo özellikle prematüre doğan bebeklerde daha sık görülmektedir. Yapılan çalışmalarda RSV'ye maruz kalmış prematüre bebeklerin hastalık sonrası iki yıl boyunca hastaneye yatma, doktor kontrolü ve ilaç kullanımı oranlarının diğer bebeklere göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca bu hastalarda yaşam boyu sürebilecek kronik akciğer hastalığı ve astımın görülme ihtimali artmıştır.
RSV enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?
RSV enfeksiyonu ilk başlarda soğuk algınlığı belirtileri ile karşımıza çıkar. Bunlar; hafif ateş, burun akıntısı, öksürük benzeri soğuk algınlığı belirtileridir. Hastalığın şiddetlenmesi ve karakteristiğinin değişmesiyle birlikte şikayetler şiddetlenir. Virüs, özellikle prematüre bebeklerde 3-4 gün içerisinde akciğer dokusuna yayılarak küçük hava yollarına (bronşiyollere) ulaşır. Bu, çok ciddi bir durumdur ve her an solunum yetmezliğine sebep olabileceğinden acil müdahale gerektirir.
Enfeksiyonun ilk dönemlerindeki bazı belirtiler ateş, burun akıntısı, soğuk algınlığı benzeri diğer bulgulardır.
Durumun ciddileştiğini gösteren bazı belirtiler ise yeterli miktarda hava soluyabilmek için bebeğin karın kaslarının kasılması, kaburgaların arasındaki kasların içe çökmesi ve burun kanatlarının açılması, nefes verirken çıkan anormal bir ses oluşması, bebeğin sürekli hava açlığı içinde olduğu için ağzının dolu olmasını istememesi, verilen yiyecek ve içecekleri ağzına almayı reddetmesi ve hemen çıkartması, bebeğin parmak uçları ve dudağının mavi-mor bir renk alması. Bu durum ciddi solunum yetmezliği belirtisidir ve bebek oksijen desteği için hiç vakit kaybedilmeden acil servise götürülmelidir.
Tanı nasıl konur?
RSV enfeksiyonu tanısı klinik olarak konulmaktadır. Salgın olduğu mevsimler ve kış aylarında, alt solunum yolu enfeksiyonu ve özellikle bronşioliti olan bir yaşından küçük çocuklarda RSV enfeksiyonu düşünülmelidir. Laboratuar tanısı, solunum yolu sekresyonlarında RSV virus analizi ile konulmaktadır. Bu amaçla hücre kültürü, serolojik testler ve PCR yöntemi kullanılmaktadır.
RSV'den korunmak için neler yapılabilir?
Bebeğin çevresindeki insanların bebeğe RSV bulaştırmaktan kaçınmalarını sağlamak için tedbirler alınmalıdır. Bu kişilere bebeğin RSV'ye yakalanmasını önlemenin ne kadar önemli olduğu anlatılmalıdır.
RSV damlacık yolu ile bulaştığından, bebeğin, nezle benzeri şikayetleri olan kişilerle (kardeş, akraba, komşu vb) temasının engellenmesi gerekir. Virüs vücut dışında da canlı kalabileceğinden bebeğe dokunmadan önce eller sıcak su ve sabunla yıkanmalıdır.
Prematüre veya altta yatan başka problemleri (savunma sistemi hastalıkları, doğumsal kalp rahatsızlıkları vs) olan bebekleri salgından korumak gerekir. Birçok çalışmada, mevcut koruyucu tedbirlerin yanı sıra salgın öncesi dönemden başlayarak toplam beş ay süresince koruyucu aşı yapılmasının prematüre bebekleri kısa ve uzun vadede koruduğu gösterilmiştir.
Alınabilecek önlemler nelerdir?
• Bebeğe dokunmadan önce elleri sıcak su ve sabunla yıkamak.
• Bebeğin yanında sigara içilmesine izin vermemek.
• Virüs, kullanılmış mendillerde saatlerce hayatta kalabileceğinden kullanılmış mendilleri ortadan kaldırmak.
• Bebeği kalabalık yerlere götürmemek (toplu taşıma araçları, eğlence merkezleri, kreş, okul vs).
• Solunum yolları enfeksiyonu şüphesi veya ateşi olan kişilerin/çocukların bebeğe temasını engellemek.
• Diğer küçük çocukları bebekten uzak tutmak, evdeki diğer çocuk ve bebekler için ayrı odalar hazırlamak.
• Bebeğin oyuncaklarını ve kullandığı malzemeleri sık sık yıkamak.
• RSV enfeksiyonu bulaşabileceğinden bebeği öpmekten kaçınmak.
Bu kurallar evin bir köşesine asılabilirse hatırlanmaları kolaylaşır. Bu kurallara uymak bazen güç olabilir ama bebeğin sağlığı için çok önemlidir.
RSV tedavisi
Ne yazık ki RSV enfeksiyonu başladıktan sonra hastalığın seyrini değiştirebilecek bir ilaç mevcut değildir. Hastalığı ciddi geçirme ihtimali olan prematüre bebeklerde koruyucu aşı önerilmektedir. Yapılan çalışmalarda aşının hastalığı engellediği veya daha hafif geçirilmesini sağladığı gösterilmiştir.
![]()
Helicobacter pylori adlı bakteri 1983 yılında ilk defa Avusturalyalı iki doktor tarafından insan midesinde gösterildi. Daha sonra bu bakterinin ülser hastalığının en önemli nedeni olduğunun kanıtlanması gastroenterolojide bir çığır açmıştır. Çünkü; eskiden ülserin yaşam boyu devam eden bir hastalık olduğu ve zaman zaman alevlenmeler ile seyrettiği bilinirdi. Oysa, günümüzde ülser hastalığının en önemli iki nedeninin Helicobacter pylori ile aspirin ve benzeri ağrı kesici romatizma ilaçlarının olduğunu biliyoruz. Bakteri tedavi edilir ve hasta aspirin ile benzeri ağrı kesici ilaçları kullanmaz ise ülser hastalığı tamamen ortadan kalkmış olur.
Midesinde bakteri olan herkesin mide kanseri adayı olması söz konusu değildir. Kanser gelişimi tek bir etken ile oluşmamaktadır. Kanserin oluşması için genetik yatkınlık, bakterinin varlığı, kötü beslenme gibi birçok faktörün bir araya gelmesi gerekir.
Helicobacter pylori'nin mide hastalıklarındaki bu önemli rolünün kanıtlanmış olması bu bakteriyi insan midesinde gösteren Marshall ve Warren'e 2005 yılında Nobel ödülünün verilmesine neden olmuştur. Bu gastroenteroloji alanında verilen ilk Nobel ödülü olması nedeniylede çok önemlidir.
Helicobacter pylori'nin görülme sıklığı nedir ?
Helicobacter'in toplumlarda görülme sıklığı o toplumun sosyoekonomik durumu ile çok yakından ilişkilidir. Örneğin bu bakteri ile enfekte olmuş insanların oranı Avusturalya'da %20, ABD'de %30 oranında bulunurken ülkemizde %70 civarındadır. Bazı Afrika ülkelerinde %100'e ulaşabilmektedir. Ailede yaşayan birey sayısı arttıkça bakterinin bireylerde bulunma olasılığı da artmaktadır.
Helicobacter pylori nasıl bulaşmaktadır?
Bakterinin nasıl ulaştığı kesin bilinmemektedir ancak, bakterinin ağız yoluyla bulaştığı ve bu bulaşmanın genellikle çocukluk çağında olduğu kesindir.
Helicobacter pylori varlığı nasıl tespit edilir ?
Endoskopi yapılan hastada mideden alınan biyopside bakterinin varlığı kolaylıkla tespit ediebilmektedir. Endoskopi yapılmayan hastada nefes ya da dışkı testi ile bakterinin varlığı saptanabilir. Tüm bu yöntemler ile bakteri aranır iken hastanın mide asidini azaltan ilaçlar veya antibiyotik almadığından emin olmak gerekir. Bu ilaçlar bakterinin görünmesini engellemektedir. Kan ya da tükürük testlerinde bu bakteriye karşı gelişmiş antikorun gösterilmesi bakterinin varlığını göstermez. Bu testler ile gösterilen antikor hastanın yaşamının herhangi bir döneminde bakteri ile karşılaştığını gösterir, bakterinin canlılığının göstergesi değildir. Bu nedenle pratikte bu testler kullanılmamalıdır. Endoskopi yapılmadan bakterinin araştırılması, nefes testi ya da dışkı muayenesi ile yapılabilir.
Ne zaman tedavi edilmelidir ?
İdeali bakteriyi taşıyan her hastada tedavi uygulamaktadır. Ancak ülkemizde bakterinin çok yaygın olması, tedavide başarı oranının düşük olması, giderek artan antibiyotik direnci ve maliyet nedeniyle mutlak tedavi gereken hastalarda öncelikle tedavi uygulanmaktadır. Mide veya duodenum (oniki parmak barsağı) ülseri olan, erken mide kanseri nedeniyle ameliyat olmuş veya ailesinde birinci derecede akrabasında mide kanseri olan hastalar ile midesinde metaplazi denilen hücresel değişiklikleri olan hastalarda mutlaka tedavi uygulanmalıdır. Bunun dışındaki durumlarda bireysel karar verilebilmektedir.
Nasıl tedavi edilir ?
Her bakteride olduğu gibi tedavide antibiyotikler kullanılmaktadır. Ancak Helicobacter pylori güç tedavi edilebildiğinden tedavide birden fazla antibiyotik birlikte kullanılmakta ve tedaviye mide asidini azaltan bir ilaç ilave edilmektedir. Mide asidinin azaltılması antibiyotiklerin etkisini arttırmaktadır. Tedavi süresi 10-14 gün olmalıdır. Bu tedavi süresince antibiyotiklerin bazı yan etkileri olabilir. Bu nedenle mümkün ise ilaçlar kesilmemelidir. Çünkü böyle bir durum ikinci denemede bakterinin tedavi şansını azaltmaktadır.
Tedavi edildikten sonra tekrarlar mı ?
Etkin bir tedavi uygulandığında bakteri %80-90 olasılıkla tedavi edilmektedir. Bakterinin tekrar midede görülme olasılığı ise çok düşüktür. Ancak maalesef ülkemizde bu bakteriyi tedavi edebilme olasılığı günümüzde %50-65 oranına düşmüştür. Bunun nedeni toplumumuzda antibiyotiklerin gelişigüzel kullanılması ve tedavide aynı antibiyotikleri ihtiva eden protokollerin tekrar tekrar kullanılmasıdır. Eğer bir antibiyotik kombinasyonu ile bakteri tedavi edilemedi ise tekrar tedavide aynı kombinasyon kullanılmamalıdır. Farklı bir tedavi protokolü uygulanması gerekir. Başarısızlık durumunda uygulanacak ikinci denemede kullanılacak tedavi daha yoğun olacaktır.
Kaynakça:http://www.zeynelmungan.com
![]()
Clostridium Difficile, gram pozitif anaerobik bir basil olup, spor oluşturabilir. İki tane egzotoksin üretmektedir. Bunlar toksin A ve toksin B dir. Bu toksinler, kalın barsak mukozasına zarar verir.
Kimlerde görülür?
Genellikle bakteri yetişkinlerde daha fazla görülür.
Belirtileri nelerdir?
Rahatsızlığın belirtileri ishal ve karın ağrısı şeklinde ortaya çıkar. Ciddi rahatsızlık durumlarında ishal iki hafta kadar sürebilir ve karın ağrıları aşırı şiddetli bir hal alır. Bunun yanı sıra ciddi durumlarda ateş, dışkıda kan, baş dönmesi, mide bulantısı, susuzluk, iştahsızlık ve kilo kaybı da gözlemlenebilir.
Nasıl tedavi edilir?
Rahatsızlık antibiyotik yardımı ile ortadan kaldırılır.Son zamanlarda C. difficile daha yaygınlaşmıştır ve tedavisi daha zorlaşmıştır. Her yıl binlerce kişi bu rahatsızlığa yakalanmaktadır. Bakterinin neden olduğu hafif rahatsızlıklar antibiyotik kullanımı kesildiğinde daha çabuk iyileşebilir. Buna karşılık ciddi belirtilerin ortaya çıkmasına neden olan bakterisel hastalıklar farklı antibiyotikler ile tedavi edilir.
C. difficile bakterisi bulunduran bazı kişiler hasta olmamalarına rağmen bakteriyi yayabilirler. Rahatsızlık genellikle antibiyotik kullanımının ardından gerçekleşir. Yine de belirtiler bakteri vücuda girdikten haftalar hatta aylar sonra ortaya çıkabilir.
Kaynakça:http://www.7gunsaglik.com
![]()
Aynı zamanda bir hastalığa adını veren bu virüs insanlarda, sindirim sistemini (mide ve bağırsaklar) tutan, bulantı, kusma, ishal ateş ve baş ağrısı şikayetlerine yol açan bir enfeksiyon hastalığına sebep olmaktadır.
Belirtileri nelerdir?
Norovirüs'ü alan kişilerde 24-48 saat sonra; şiddetli bulantı, kusma, ishal, kimi zaman baş ağrısı ve ateş gibi belirtiler meydana gelmektedir. Hastalık 2-3 gün içerisinde kendiliğinden geçmekle birlikte özellikle küçük çocuklarda, yaşlılarda, düşkünlerde ve vücut direncinin düşük olduğu; kalp hastalığı, akciğer hastalığı, şeker hastalığı, kronik böbrek hastalığı gibi hastalıkları bulunanlarda şiddetli seyredebilmektedir.
Tedavisi nasıl yapılır?
Hastalık sağlıklı bireylerde özel bir tedavi gerektirmemekle birlikte, kaybedilen sıvı ve tuzun ağız yoluyla alınmasıyla iyileşme, kendiliğinden olmaktadır. Ancak hastalığı ağır seyredenlerde hastanede yatarak destek tedavisi uygulanması gerekli olabilmektedir.
Nasıl bulaşır?
Hastalık, sağlıklı insanlara, etkenin ağız yoluyla alınması sonucunda, bulaşmaktadır. Daha çok gıda hazırlayıcıları ve sunucularından (restoran, cafe, tabldot yemekhaneleri, oteller, hastaneler vb. mutfak ve yemekhanelerinde çalışanlar) yayılmakta ve bu yerlerde kontamine yiyecek ve içecekleri yiyen içen insanlara bulaşma olmaktadır. Bundan başka, hasta olan insanlardan, onların çıkardıkları ile temas eden hastalara da bulaşma olabilmektedir.
Virusten korunma yöntemleri nelerdir?
Deniz ürünlerinin yenmesi ile de salgınlar meydana geldiği bilinmektedir. Etken virüs soğukta canlılığını koruduğundan, dondurulmuş besinlerden kaynaklanan salgınlar da bilinmektedir. Bir gıda maddesine Norovirüs karıştığı olduğu biliniyorsa bunun tüketilmemesi ve imha edilmesi önem taşır. Ayrıca lağım suları ile kirlenme ihtimali olan çiğ sebze ve salata malzemelerinin çok iyi yıkanması ve bunlardan arta kalan çöplerin ortada bırakılmayıp, hemen çöpe atılması gerekmektedir.
Hastalık nasıl önlenebilir?
Çok az miktarda virüs alınması, hastalık oluşumu için yeterli olduğu için hastalık, hızla yayılma ve salgın oluşturma eğilimi göstermektedir. Özellikle gıda hazırlayan ve sunanların tuvaletten çıktıklarında mutlaka ellerini yıkamaları, sık sık banyo yapmaları, kısacası kişisel hijyen kurallarına riayet etmeleri büyük önem taşımaktadır. Hastaların kullandığı çamaşır, masa örtüsü ve benzeri tekstil ürünlerinin ise yüksek sıcaklıkta yıkanması gerekmektedir. Bundan başka hasta olanların uygun süre (norovirüs enfeksiyonu tanısı konulan gıda hazırlayıcı ve sunucularında iki hafta) işlerine ara vermeleri, diğer bireylerin ise hastalık süresince evde istirahat etmeleri uygun olmaktadır.
Bir kişi bu hastalığa birden çok kez yakalanabilir, çünkü virüsün farklı serolojik tipleri (farklı antijen yapısına sahip tipler) bulunmakta ve bunlardan birisi ile hastalanan kişilerde, o tipe karşı oluşan antikorlar, diğer tiplere karşı koruyuculuk sağlamamaktadır. Etken virüsün bu özelliği nedeniyle bir koruyucu aşısı da geliştirilememiştir.
![]()
Tıp dilinde influenza adı verilen grip hastalığı influenza virüslerinin etken olduğu bir solunum yolu enfeksiyonudur. Ateş, halsizlik ve kas ağrıları nedeniyle hastaları günlük işlerini yapamaz hale getirebildiğinden "paçavra hastalığı" olarak da adlandırılır.
GRİP HASTALIĞININ ETKENİ: İNFLUENZA VİRÜSÜ
Grip hastalığına neden olan etkenler, İnfluenza A ve İnfluenza B virüsleridir. İnsanlarda yaygın hastalığa yol açan influenza A virüsüdür. İnfluenza A virüsü insan, domuz, kuş, at gibi hayvanlarda, influenza B sadece insanda hastalık oluşturmaktadır. Sadece hayvanlarda hastalık oluşturan influenza A virüsünün alt tipleri de vardır. Bunun en bilinen örneği kuş gribidir. Son yıllarda bu virüsün insanlara da bulaşabildiği gösterilmiştir. Bunlar az sayıda vakalar olmakla birlikte, büyük salgınların olmasından endişe edilmektedir.
Belirti ve bulguları nelerdir?
Grip hastalığında belirtiler, 1-2 günlük bir kuluçka döneminden sonra birdenbire başlar. Sık görülen belirtiler; ateş (38 - 41°C), baş ağrısı, yorgunluk hissi, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve kas ağrıları gibi yakınmalardır. Ateş, genellikle 3-5 gün sürer. Yorgunluk ve halsizlik daha uzun sürebilmesine rağmen sağlıklı kimselerde grip semptomları yaklaşık bir hafta sürer. Altta yatan hastalığı, bağışıklık yetmezliği olanlarda, küçük çocuklar ve yaşlılarda yaşamı tehdit edici komplikasyonlar gelişebilir. Akciğer komplikasyonları en sık görülen grip komplikasyonlarıdır. Virüsün direkt etkisine bağlı zatürre veya bakterilere bağlı zatürre şeklinde görülebilir.
Grip ve Nezle ayrımı
Grip (influenza) ve nezle (soğuk algınlığı), belirtileri sıklıkla karıştırılabilen iki farklı hastalıktır. Her iki hastalıkta viral bir infeksiyon olmakla birlikte farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezleye sebep olan 100'den fazla virüs vardır ve bu nedenle defalarca kez nezle olmak mümkündür.
Nezle ile gribin en önemli farkı gripte ateş olması; nezlede olmamasıdır. Ayrıca nezle genellikle "ayakta geçirilen" bir hastalık iken grip hastaların günlük işlerini yapmasını engelleyecek kadar halsizliğe yol açabilir. Her iki hastalıkta da burun akıntısı veya tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve öksürük olabilir.
Nasıl bulaşır?
Grip, öksürük ve hapşırma sonucu, içerisinde hastalığa neden olan canlı virüsleri taşıyan damlacıkların çevreye saçılması ile yayılır. Bu damlacıklar birkaç saat boyunca havada kalabilir ve insanlara hastalığı bulaştırabilir. Bu nedenle okul, iş yeri gibi kalabalık ortamlarda bulunan kimseler özellikle risk altındadır. Ayrıca hasta kişinin eline ve oradan da kapı kolu, telefon gibi nesnelere bulaşan, virüs içeren parçacıklar başka bir kişinin temas etmesi sonucu eline oradan da elini ağzına, burnuna, gözüne götürmesiyle hastalığa yol açabilir. Tokalaşma, öpüşme, bir metreden fazla yaklaşarak konuşma önemli bulaş yollarıdır.
Nasıl tedavi edilir?
Grip tedavisinde antibiyotikler etkili değildir ve çoğu zaman gereksiz olarak kullanılmaktadır. Gereksiz antibiyotik kullanımı, bakterilerde direnç gelişimine neden olarak bazı enfeksiyonların tedavisini geciktirdiği gibi tedavi masraflarını da artırmaktadır. Antibiyotikler, hastalık sırasında ikincil olarak görülen bakteriyel enfeksiyonlar (sinüzit, zatürree ve orta kulak iltihabı gibi) gelişirse kullanılmalıdır.
Gribe yakalanan çocuklarda ve gençlerde Aspirin kullanılması tavsiye edilmez. Aspirin çok nadir görülen, ancak tehlikeli olan "Reye Sendromu'na" neden olabilir. Aspirin yerine dinlenme, bol sıvı alma ve belirtileri hafifleten ilaçlar tercih edilmelidir. Sonuçta grip tedavisinde yatak istirahati, bol sıvı alımı, ağrı kesici ve ateş düşürücüler gibi ilaçlar ile semptomatik tedavi önerilir. Komplikasyonlar yakından takip edilmeli ve uygun şekilde tedavi edilmelidirler. Gribe yönelik antiviral ilaç başlanması kararı doktor tarafından verilmelidir.
Kaynakça:http://www.baskent-ank.edu.tr
![]()
Sentetik Esrar (Sentetik THC, Bonzai, Jamaican, Jamaican Gold vb..);
Bonzai nedir?
Sentetik esrar (Sentetik THC, Bonzai, Jamaican, Jamaican Gold vb..), esrara benzer etkilere neden olan sentetik bir psikoaktif maddedir. Bonzai, Jamaican Gold, spice, Jamaican gold extreme, black magic, black mamba, K2 adları ile anılır. Kurutulmuş, parçalanmış bitki ve kimyasal ekler zihin değiştirici etkiden sorumludur.
Bonzainin (Sentetik THC, Jamaican, Jamaican Gold vb..) değişik bitkilerden elde edilen doğal bir madde olduğu şeklinde yanlış bir bilgi kullananlar arasında kabul görmektedir. Oysa bu yanlış bir bilgidir. En yaygın kullanılan ismi ile bonzai (Sentetik THC, Jamaican, Jamaican Gold vb..) bazı kurutulmuş bitkileri ihtiva eder, ancak yapılan analizler aktif etken maddenin sentetik kannabinoid olduğunu göstermektedir.
Etkileri nelerdir?
1- Kan basıncıda hızlı artış ve nabız yükselmesi
2- Şiddetli ağız kuruluğu
3- Göz kızarıklığı
4- Halüsülasyon hayal görme
5- Açlık hissi
6- Ortam seçememe nerede olduğunu hatırlayamama
7- Geçici körlük
8- Geçici felç durumu
Etkisi ne kadar sürer?
Bonzainin etkisi içildikten sonra kişise göre 10 dakika ile 6 saat arasında değişebilir. Vücutta kalış süresi ise 1-3 ay sürebilir.
Uzun bir süre bonzai, Jamaican olarak bilinen madde internet kanalı ile temin edilmiştir. Ancak yüksek bağımlılık potansiyeli olan ve hiçbir tıbbi yararı olmayan bu madde 2011 yılında yasadışı maddeler sınıfına alınmış ve alınması, satılması, kullanılması ve bulundurulması suç kapsamında değerlendirilmiştir. Bundan 3 4 yıl önce piyasada olmayan bu uyuşturucu madde son zamanlarda ülkemizde ve dünyada hızla yayılmaktadır. Çok tehlikeli olan bu uyuşturucu tek seferde bile ölüm riski oluşturabilmektedir.
Bonzai kullanımı gençler arasında giderek yaygınlaşan bir maddedir. Bu maddenin bitkisel yani doğal olduğunu düşünmeleri, kimyasal içeriği ve zararlı etkileri konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmamaları ilk denemede etkili olabilmektedir.
07.01.2011 tarihli ve 2011/1310 sayılı B.K.K. (13 Şubat 2011 tarih ve 27845 sayılı Resmi Gazete) Tarihli BKK kararınca uyuşturucuların murakebesi kanunundaki uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin listesine ekleninceye kadar yoğun bir kullanım alanı bulmuştur. Bahse konu B.K.K da 2. Maddede adı geçen maddeler şunlardır;
Sentetik kannabinoidlerden:
a) JWH-018
b) CP 47,497
c) JWH-073
d) HU-210
e) JWH-200
f) JWH-250
g) JWH-398
h) JWH-081
i) JWH-073 methyl derivate
j) JWH-015
k) JWH-122
l) JWH-203
m) JWH-210
n) JWH-019
![]()
Uyuşturucu maddeleri aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir :
A- AFYON VE TÜREVLERİ
1-Afyon
2-Morfin
3-Kodein
4-Metadon
5-Eroin
B- KENEVİR VE TÜREVLERİ
1-Reçine esrar
2-Toz esrar
3-Pres esrar
4-Gonca esrar
5-Likit(sıvı) esrar
C- UYARICILAR
1-Amfetamin
2-Kokain
3-Kafein
D- SENTETİKLER
1-Ecstasy (MDMA)
2-Captagon
3-Methamfetamin
4-Lysergic Asid Diethylamid (LSD)
5-Gamma Hydroxybutyrate (GHB)
6-Ketamine Hydrochloride (Ketamin)
7-Phencylidine (PCP)
8-Bonzai (Sentetik kannabinoid)
E- SAKİNLEŞTİRİCİLER
1-Barbituratlar
2-Trankizanlar
3-Sedatifler
Uyuşturucu Madde Türleri
1 - Merkezi Sinir Sistemini Yavaşlatan
2 - Merkezi Sinir Sistemini Uyaran
3 - Merkezi Sinir Sistemi Faaliyetlerini Bozan maddeler olarak içe ayrılmaktadır.
1- Merkezi Sinir Sistemini Yavaşlatanlar
Bu tür uyuşturucu maddeler merkezi sinir sistemini etkileyerek davranışların yavaşlamasına veya gecikmesine neden olur.
Merkezi sinir sistemini yavaşlatan doğal uyuşturucular şunlardır;
AFYON
Afyon merkezi sinir sisteminde uyuşukluk yaratan çok etkili bir maddedir. Ağır bir kokusu ve acı bir tadı vardır. Genelde sigara olarak tütünle karıştırılarak tüketilir. Bu kullanımların hepsi dumanın solunmasından ibarettir. Bazı kullanıcılar ağız yoluyla da bu maddedi tüketir. Bu şekil kullanımda afyonun fiziksel ve psikolojik etkisi daha güçlü ve fazladır.
Afyonun kullanımında haz alınsa dahi bu keyif dönemi çok kısa sürer ve insan üzerinde şu belirtiler oluşur.
- Mide bulantısı,
- Baş dönmesi,
- Vücut renginin solması,
- Kalp ve solunum yavaşlaması,
- Sıkı ve ağır seyreden bağırsak rahatsızlıkları,
- Bilinç kaybı.
MORFİN
Afyonun kimyasal olarak ayrıştılmasıyla elde edilen bir maddedir.
Beyaz renksiz, kokusuz acı ve suda eriyen bir yapısı vardır. Morfin; tablet; kapsül veya sıvı hallederde bulunur. Tablet ve kapsüller ağız yoluyla alınabilirken en yayın kullanımı deri altına enjekte biçimindedir. Enjekte edilen morfinin etkisi aynı miktarda afyondan 1-2- kat daha güçlüdür. 200mg öldürücü bir etki yaratır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Aşırı uykusuzluk,
- Aşırı sinirlilik hali,
- Ellerde gözle görülür titremeler, - Göz bebeklerinde küçülme,
- Hafızada zayıflama,
- Karar verme gücünde azalma.
EROİN
Eroin, morfinin yarı sentetik türevindedir. Eroin doğrudan merkezi sinir sistemini üzerinde etkili olan ve yüksek derecede bağımlılık yapan bir maddedir. 1-2 hafta süre ile düzenli kullanıldığında bağımlılık oluşturur. Doz artırımlarında ölümle sonuçlanan durumlar yaşanır. Eroin genellikle ısıtarak nefes yoluyla, soda veya limon suyunda çüzüldükten sonra enjeksion ya da burunla çekilerek alınır. Sigara gibi içilmesi sık kullanılan yöntemdir. Genellikle uzun süre eroin kullanan ve maddi durumu zayıf olan kişiler ise damara enjekte etme yolunu seçmektedirler. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Şiddetli kas ağrıları,
- Kramplar,
- Aşırı uykusuzluk,
- Gözlerde yaşarma ve burun akıntıları,
- Sık ishal durumu.
KODEİN
Morfinden elde edilen bir maddedir. Beyaz kristal toz olarak hap ve şurup forumlarında bulunur. Bağımlılar eroin alıncaya kadar geçecek zaman içinde ya da yokluk dönemlerinde rahat atlayabilmek için bu maddedi kullanırlar. Birkaç kullanım şekli bulunmaktadır. En yayın kullanım şekli ağız yolu ile alınmasıyla gerçekleşir. Yaygın olmamakla birlikte damara da enjekte edilir.
BARBİTURATLAR
Barbituratların, merkezi sinir sistemi üzerinde, hafif sakinleşmeden komaya kadar geniş etki yelpazesi vardır. Barbituratlar, ultra-kısa, kısa, orta ve uzun süreli sınıflandırırlar. Etkisi ultra kısa olan barbituratlar damardan alındıktan sonra bir dakika içinde etkisini göstermektedir. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Afyon kullanımı ile oluşan etkilerin birçoğu barbiturat kullanımında da görülür,
- Alınmadığı zaman yoksunluk sendromları afyonunkinden çok daha güçlüdür.
TRANKİLİZANLAR
Etkisi açısından ikinci dereceden bir uyuştıurucu olan trankilizanlar yüksek dozlarda alındığında etkili olmaktadır. Uzun süre aşırı dozda alındığında fiziksel bağımlılık oluşturan bu madde abi kullanımlarda ölüm riski yaratabilmektedir. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Aşırı bitkinlik ve sürekli uyku hali,
- Deride oluşan egzamalar,
- Kan değerlerindeki anormallikler, - Çoğu zaman yaşanan bilinç kaybı.
SEDATİFLER
Barbituratların tersine uyuşlukluk halini ortadan kaldıran bir etkiye sahip sedatifler devamlı kullanımda birlikte bağımlılık oluştururlar. Fazla kullanımda çeşitli fizyolojik yan etkileri bulunur. Sürekli kullanımda hem fisyolojik hem de psikolojik bağımlılık yaratmaktadır.
METADON
Metadon sentetik olarak afyondan üretilen bir uyuşturucudur. Metadon özellikle eroin bağımlılığı tedavisinde kullanılan eroin yoksunluğunun yarattığı krizleri telafi etmek için kullanılan bir uyuşturucu maddedir.
UÇUCULAR
Endüstriyel alanda yaygın olarak kullanılmakta olan maddedir. Bu maddeler arasında yağıştırıcılar(bally, uhu vb.) tiner, benzin, aseton gibi maddeler sayılabilmektedir. Solunum yoluyla alınan bu maddeler alkol sarhoşluğuna benzeyen bir etki meydana getirirler. Madde kullanımı kesildikten 1-2 gün sonra madde yoksunluğunun getirdiği fizilsek ve psikolojik etkiler görünmeye başlamaktadır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Akciğer, karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları,
- Beden hareketlerinde uyum bozukluğu,
- Dil dolaşmaları, - Sürekli öksürük,
- Burun kanamaları,
- Aşırı kilo kaybı,
2- Merkezi Sinir Sistemini Uyaranlar
Uyarıcılar merkezi sinir sisteminin aktivitesini hızlandırır. Sentetik olarak üretildiği gibi doğal olarak da bulunmaktadır. Tabiaata doğal olarak bulunan ve en çok bilinen çeşitleri "epinephrine" ve "kafein"dir.
Kafein; kahve, çay, çikolata, hafif içkilerde ve aspirin gibi ilaçlarda mevcuttur.
Diğer Doğal uyarıcıların başında ise nikotin gelir. Epinephrine ve kokain doğal olarak koka yaprağında bulunur. En çok bilinen sentetik uyuşrutucular ise amfefaminlerdir. Fizyolojik ve psikolojik bağımlılık meydana getirirler. Bu yüzden kullanılan dozun zamanla artırılması gerekmektedir.
KOKA BİTKİSİ
İki bin yıldan fazla bir süredir Güney Amerika'nın And Dağları bölgesinde yetiştirilmekte olan koka bitkisinin yaprakları ilk defa 19850 yılında kimyager Gaedecke tarafından kristal hale getirilmiş ve erythroxyline adı verilmiştir.
KOKAİN
Kokain, çoğunlukla Güney Amerika'da yetişen Koka ağacından elde edilir. Beyaz renkli ve toz şeklinde bir maddedir. Kokusuz ve kristalizedir. Kokainin saf olarak kullanımı nadirdir. Genellikle şeker tozu yada prokain ile karıştılmaktadır. Kimi zaman kokainin içinde başka bir uyarıcı madde olan amfetamin de katılmaktadır. Buruna çekilerek kullanılır. Buharın içe çekilmesi sigara gibi sarılması veya vücuda enjekte edilmektedir. Merkezi sinir sistemi üzerinde anında etki yapan kuvvetli bir uyarıcıdır. Kokain burundan çekildikten bir süre sonra merkezi sinir sistemini uyarmaktadır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Aşırı kan basıncı ve solunum sayısında artış,
- Sık bulantı ve kusma,
- Sık sık nezle durumu,
- Burun deliklerini ayıran bölmelerde delinmeler,
- Düşünsel faaliyetlerde gözle görülür bir gerileme,
- İktidarsızlık,
- Erken bunama.
AMFETAMİNLER
İlk kez 1887 yılında bulunan amfetanin sulfat 1932 yılında astım ve burun tıkanıklığı tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Amfetaminler uyarıcı ve zihin açıcı olarak bilinir. bu nedenle uzun yol sürücüleri gece vardiyalarında çalışırlar, öğrenciler ve sporcular tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Uyarıcı özelliği nedeniyle doping olarak sporcular arasında kullanılması yaygınlaşmaktadır. En yaygın olarak beyaz ve pembe kristalize toz biziçimde kullanılmaktadır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Konuşma bozuklukları,
- Şiddetli baş ağrısı ve mide bulantıları,
- Görme bozuklukları,
- Kardiovasküler anormallikler,
- Halüsinasyon görme durumları.
- Ecstasy Kullanımının Belirtileri
- Kalp rahatsızlıkları ve yüksek tansiyon,
- Panik atak sendromları,
- Ciddi depresyon rahatsızlıkları,
- Uyku bozukluları ve halüsinasyonlar.
ECSTASY
Son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan bir maddedir. Uyarıcı özellikleri nedeniyle kullanılan ve tamamen sentetik olan bir uyuşturucudur. Ecstasy; beyaz, kahverengi, pembe ya da sarı tabletler ve kapsüller şeklinde bulunur. Ectasy insan vücudunda dopamine ve norepinefrin adı verilen maddelerin salınmasına yol açar. Ectasy kullanıcıları giderek maddenin dozunu artırma eğilimindedir. Çünkü ectasy olmadan aynı duyguları yaşayamamaktadırlar. Bu durum da bağımlılık belirtisi olarak kabul edilmektedir.
CAPTAGON
Amfetamin grubuna üye olan captagon sentetik türlü bir uyuşturucudur. Aslında captagon maddesi grubundadır. Etkisi amfetaminlere benzer özellikler taşır. Etkin maddesi ve içerisinde ne olduğu tam olarak bilinmemektedir.
MDA
İlaç bilimi açısından bakıldığında MDA maddesi hem amfetamine hemde LSD'ye yakın bir maddedir. MDA maddesinin etkisi alınan doza bağlıdır. Etkisi ectasyden daha uzun süren (8-12 saat) ve daha güçlü etkileri olan bir maddedir. Düşük dozlar genelde canlanma etkileri yaparken yüksek dozdaki alımı halisinasyonlara ve bozuk algılamalara yol açmaktadır. MDA'da yanlış doz kullanımında ölümcül olaylar görülmektedir.
MDE
Ectasy'den daha hızlı(2-3 saat) fakat etkisi daha kısa süreli bir maddedir. Kullanıcıların abartılı olarak görülen keyif hali çok kısa sürede depresyona dönüşebilmektedir. MDE'nin kullanılması orta halli bir ruhsal bağımlılığa yol açmaktadır.
MBDB
MBDB diğer amfetaminlerin tersine çok sonraları 1986 yılında imal edilmiştir. Asıl olarak amfetaminlerin etki mekanizmalarını anlamak için kullanılmıştır. Oldukça yeni bir madde olduğundan etkisi tam olarak bilinmemektedir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde sinir yollarını tahip ettiği gözlenmiştir.
DOB
Dob maddesi MDA'da oluışan benzer halüsinasyon etkilerini ortaya çıkarmakta fakat vu etkileri yüz kat daha kuvvetli bir yoğunlukta kendini göstermektedir. Etkileme şekli LSD ve meskalin maddelerinkine benzemektedir. Etkisi yavaş ortaya çıkmakta ve etkisi süresinde kullanıcı hayal resimleri görmektedir. Ölümcül sayılabilecek doz oranı 30 ile 35mb. arasındadır.
CRACK
Crack kokain HCL'nin ve sodyumdikarbonatın su içine karıştırılıp ısıtılması ile elde edilmektedir. Beyaz veya açık krem renkli ve kokusuz bir maddedir. Sigara şeklinde içimi sırasında çıkardığı çıtırtıya benzer seslerden dolayı crack adı verilmiştir. Bağımlılık potansiyeli kokainden yüksektir. Bir veya iki kez denenmesi bağımlılık yapabilmektedir. Kokain, eroinden daha zararlı iken crack üç kat daha zararlıdır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Adale ve kas ağrıları,
- Aşırı yorgunluk ve çöküntü hali,
- Nefes darlığı,
- Akciğer travmaları ve kanamalı göğüs rahatsızlıkları.
3- Merkezi sinir sistemini bozanlar
Merkezi sinir sistemini uyararak kişinin ruhsal durumunun değişmesine neden olan ve halüsinasyonlar meydana getiren uyuşturucu maddelerdir. Halüsinojen etki yaratan narkotik maddeler, tabiatta bazı bitlilerde doğal olarak bulunur.Ayrıca laboratuarlarda sentetik olarak elde edilebilir. Doğal olarak bulunanlara kenevir ve türevleri sentetik olanlara ise Lysergic Acid Diethylamide(LSD) örnek verilebilir.
MARİHUANA
Marihuana, insanın ruhsal yapısını etkileyen kenevir bitkisinin bir türevidir. Bitki kurutularak yaprakları ve çiçekleri tütün formuna getirilir, içilmek sureti ile kullanılır. Yağ sever (lipofilik) özelliği ile anında vücuda ve hayati organlara dağılmakta ve otuz gün süreyle kalabilmektedir.
HİNT KENEVİRİ
Kenevir bitkisi, tropik ve ılıman olan bütün bölgelerde yetişen narkotik bir maddedir. Kenevir bitkisi ve türevleri sigara şeklinde sarılarak içilir. Bunlar normal sigaralardan daha kalındır. Tek başlarına kullanıldıkları gibi bazen de diğer narkotik maddelerle beraber kullanılabilir. Yenilmek sureti ile de alındığı bilinmektedir. Sigara gibi içilmek sureti ile kullanıldığında etkisi 3-4 kat artmaktadır.
MESKALİN
Meskalin, ananas şeklinde ve büyüklüğündeki peyato kaktüsünden elde edilmektedir. Tablet, kapsül ve sıvı halde bulunan bu maddenin güçlü ve acı bir tadı vardır. Meskalinin Türkiye'de yaygın bir kullanım alanı yoktur.
PLAKA ESRAR
Haşhaş, kenevir bitkisinin narkotik madde açısından zengin olan salgısının toplanıp, kurutulmuş ve preslenmiş formudur. Genellikle krema renginde olur. Esrar, sigara halinde sarılarak içilir. Kullanıcılar arasında yaygın olarak "joint" adı verilir. Bal, reçel, lokum, pasta gibi yiyeceklere karıştırılarak yenilebilir. Nadiren damar yolu kullanılır. Türkiye'de yaygın kullanımı esrarlı sigara şeklindedir.
Esrar yağ dokusunda birikmekte ve yaklaşık olarak otuz gün süre ile burada depolanmaktadır. Esrar, bağımlılığa geçiş maddesidir. Diğer maddelerin kullanımında ilk basamak esrar olmaktadır. Madde kullananların büyük çoğunluğunun uyuşturucuya esrar ile başladıkları gözlenmiştir.
SIVI ESRAR
Sıvı esrar, kenevir bitkisinin özü olarak bilinir. Marihuana ve haşhaştan daha etkilidir. Damıtma yoluyla elde edilir.
LSD (Lysergic Acid Diethylamide)
LSD, sentetik uyuşturucu çeşitleri arasında en bilinen ve en çok kullanılan türdür. 1938 yılında çavdar mahmuzunun içinde bulunan bir asitten imal edilen LSD, genellikle ağız yoluyla alınmaktadır. Ancak damara enjekte edilerek de kullanılabilmektedir. Bazen de turnusol kağıdına emdirilerek tüketilmektedir. Önemli bir özelliği de deri vasıtasıyla emilmesidir. LSD, meskalinden 800 kat daha güçlü bir uyuşturucu maddedir. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Yüksek kaygı seviyesi,
- Aklını kaybetme düşüncesinin takıntı haline gelmesi,
- Kendine ve çevreye yabancılaşma, - Göz bebeklerinde büyüme,
- Aşırı titreme ve vücut koordinasyonunda bozukluklar,
- Zaman zaman halüsinasyon görme.
(PCP(Phencyclidine)
PCP, veterinerlikte kullanılmak üzere üretilen ve anestezide kullanılan narkotik bir maddedir. 1967 yılından beri gizli ve kontrolsüz olarak laboratuarlarda üretilmektedir. PCP'nin yaygın kullanım şekli, tablet veya kapsül olarak ağızdan alınmasıdır. Diğer narkotik maddelerle beraber içildiği gibi marihuana veya benzeri narkotik maddelerle sigara gibi sarılarak da içilmektedir. PCP kullanımı fiziksel bağımlılık yarattığı gibi psikolojik bağımlılık da yaratmaktadır. Belirtileri ve etkileri şu şekildedir :
- Gerçek yaşamla ilişkinin tamamen kesilmesi,
- Aşırı kayıtsızlık ve ilgisizlik,
- Kendini ifadede güçlük,
- Ölüm düşüncesinin takıntı haline gelmesi.
MADDE BAĞIMLILIĞININ GENEL BELİRTİLERİ
Madde bağımlılığının bireyler üzerinde sayısız etkileri bulunmaktadır. Kişilerin fizyolojik, psikolojik ve sosyal yaşantılarını olumsuz yönden etkileyen madde kullanımı ve madde bağımlılığı kendini bir çok belirtiyle ortaya koymaktadır. Bu belirtiler sırasıyla incelendiğinde;
FİZİKSEL BELİRTİLER
- Kol bölgelerindeki dövmeye benzeyen mor ve siyah iğne yerleri,
- Damarlar üzerinde veya damarların satha yaklaştığı yerlerde su toplamasını andıran iltihaplar,
- Kaşıntı varmış gibi vücudu sık aralıklarla kaşıma eğilimi, (ç) Göz altlarında belirgin derecede morluk ve çöküklük,
- Aşırı kilo kaybı ve iştahsızlık.
PSİKOLOJİK BELİRTİLER
- İlgi ve isteklerde sık değişiklik, kararsızlığın ağır basması,
- İçine kapanıklık ve aşırı alınganlık,
- Herkesten kaçıp sürekli yalnız kalma isteği, (ç) Ani ve çabuk duygusal değişimler,
- Karamsar ve depresyon eğilimli bir karakter yapısı.
DAVRANIŞSAL BELİRTİLER
- Aile ve yakınlardan uzaklaşma, bir müddet sonra kopma,
- Çok sık aralıklarla arkadaş değiştirme,
- Yalan söyleme ve hırsızlık yapmanın sürekli hale gelmesi, - Maddi gelir ile gider arasındaki farkın büyük miktarda olması - Belirli aralıklarla gözden kaybolmadır.